Eller Nano'ya biz hala Bilimde yaya

(İHA) - İhlas Haber Ajansı | 29.03.2007 - 22:00, Güncelleme: 29.03.2007 - 22:00 3386+ kez okundu.
 

Eller Nano'ya biz hala Bilimde yaya

Nanoteknolojik sistemlerin iki özelliği hayret uyandırıyor: Mikro montaj ve kendi kendine çoğalma. Bu şekilde moleküler boyutlarda ve hassasiyette robotlar üretilmesi söz konusu

Gaziosmanpaşa Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Osman Çakmak     Eğer atomu ufak bir zeytin kadar farz edersek, kompleks bir molekül, elma kadar bir şey olur. Bunu biraz daha açarsak, atomlar bakterilerin 1/10.000  (onbinde bir) büyüklüğündedir. Bakteriler ise bir sivrisineğin onbinde biri kadardır.   Bir metrenin milyarda biri gibi küçük bir ölçekte yani atom mesafesinde   cihazlar üretiyor, sistemler kuruyorsunuz.  O zaman  malzeme artık iç yapısından kurtuluyor;  tamamen bir yüzey haline geliyor..  İşte nanoteknoloji malzemelerinin gariplikleri kuantum dünyasında atomların  “akıllı”ve  tahminlerin ötesinde özellikler sergilemesine dayanıyor.    Nanoteknolojinin en büyük özelliği, atom düzeyinde malzemenin bir anda değişiklikler göstermesidir  Nanoteknoloji ile süper maddeler yapabilirsiniz.  Örneğin dünyadaki tüm filmleri  bir CD ye sığdırabilirsiniz. Bir küp kadar ama Dünyadaki tüm bilgisayarların toplam gücüne eşit bilgisayarlar yapabilirsiniz. Çelikten daha hafif ama ondan yüzler kat daha dayanıklı ve hafif malzeme üretilebilirsiniz. Ya da insan vücudunda istenen yere gidebilen mikroskobik boyutta robotlar tasarlayabilirsiniz. Nano boyutlu ilaçlar, son derece daha aktif iyileştirme sağlıyor. Vücudu kesmeden, biçmeden istediğiniz noktaya girebiliyorsunuz. Derideki, mikron mertebesindeki   gözeneklerden rahatça cihazınızı damarını içine sokup, gerekli operasyonları  yapabilirsiniz.   Nanoteknolojide  atomlardan sistemler yapıyorsunuz. Nanoteknoloji   atomlarla bir tür oynama sanatı..  Nanoteknolojik malzemelerin diğer bir özelliği de kendi kendini monte edebilmesi,   çoğalabilmesidir.  Montajcı adı verilen, programlanabilir molekül makinaları kullanılarak, başka molekülden  makinalar yapılır. Montajcılar, tıpkı minik sanayi robotları gibi çalışıyor/çalışacak. Bunlar moleküler aletleri/takımları yardımıyla, kimyasal tepkimeleri yönlendirerek, adeta atom üzerine atom koyarak, karmaşık yapıları inşa edeceklerdir. Evet tüm bunlar hayal değil. Zaten yüce Yaratıcı tabiatta bunların örneklerini sürekli gözümüzün önünde sergileyip duruyor. Yüzyılların birikimi ve tecrübesi ile insanoğlunun eli atom dünyasının ölçüleri olan nanometre yani   metrenin milyarda birisi mesafeye ulaştı. Atomları tuğla gibi kullanarak sistemler kurma becerisine  erişti.  Bu teknoloji   -biyoteknoloji gibi- "doğaya patent verilmesi" olayı bir bakıma.   Nilüfer çiceği hep bataklıkta olduğu halde bembeyaz. Dokusu yağmur damlalarına takla attırmak suretiyle kirden kurtuluyor. Bilim adamları ‘nanoteknoloji’yle nilüfer çiceğinin bu mekanizmasını taklit etmeyi başarıyor. Işıkla kendini temizleyen ‘akıllı boya” nilüfer çiçeğinden ilham alındı. Günümüzde kullanılan üretim teknikleri, moleküler anlamda kaba tekniklerdir. Döküm, taşlama, tornalama vs. atomların büyük kitleler halindeki hareketlerine dayanır. Yapı taşları olan atomlar tek tek alınıp istenildiği gibi, üstelik de ucuza mal olacak şekilde birleştirilebilir.  Bu gelişme özellikle bilgisayar sektöründe önümüzdeki  yıllarda kullanıldığında tümüyle daha temiz, daha dayanıklı, daha hafif ve daha hassas ürünlerin üretilmesi mümkün  olacaktır. Nano makinaler aslında günlük hayatta kullanılan aletlerin ve sistemlerin çok küçük birer kopyaları olacaktır.  Nanoteknolojik sistemlerin iki özelliği hayret uyandırıyor:  Mikro montaj ve kendi kendine çoğalma.  Bu şekilde moleküler boyutlarda ve hassasiyette robotlar üretilmesi söz konusu olabilecek.   Nanoteknolojiyle diğer sahalarda olduğu gibi tıp alanında da oldukça çarpıcı bir gelecek bekleniyor: Uzmanlara göre 20 sene içinde nanoteknoloji ile sağlık hizmetleri çağ atlayabilecek. Uzmanların görüşüne göre, gelecekte mikroskobik robotlar vücudun dolaşım sistemine girerek hücre seviyesinde onarım yapıp hastalıkları iyileştirebilecek. Nano algılayıcılar insan vücudundaki hastalıkları çok önceden belirleyerek erken tedavi imkanı tanıyacaktır. Dahası ameliyat esnasında vücudun sadece hastalıklı bölgesine inen mikroskobik cihazlar; yiyecekleri saran ve bakteriyel bozulma olduğunda rengi değişen alüminyum folyo gibi ürünler elde edilebilecektir. Bu teknolojiyle üretilen minik aygıtlar adeta minik birer denizaltı gibi damarlarımızda dolaşabilecek, yönlendirdiğimiz hücreye alıcıları vasıtasıyla yapışabilecek ve mikro makaslarıyla adeta bir cerrah gibi hücredeki aksaklıkları giderebilecek, hatta DNA üzerinde değişiklikler yapılabilecek. Sonuç olarak nantoteknolojide sınır görünmüyor.   İlaç olarak tasarlanan birer küçük makine özelliğindeki nanoteknolojik sistemler hedeflerine ulaşana dek hiçbir şey yapmamaya programlanıyorlar. Bu da onları ilaçlardan farklı ve üstün hale getiriyor. Çünkü vücuda ilaç verildiğinde, tüm vücut bu ilacın molekülleriyle doluyor ve kimi zaman da ilacın getirdiği zararlı yan etkilerle boğuşmak zorunda kalınıyor. Massachusetts Institute of Technology’den bilim adamları, kana enjekte edildikten sonra kimyasal olarak bir tümörü bulup yok edebilen makineler geliştirmiş bulunuyorlar. Minik makineler şimdilik sadece fareler üzerinde denenmekte… Makine vücudun içine girdikten sonra dış kabuğunu atıyor ve tümörün kanla beslenme yolunu kesen bir kimyasal salgılıyor. Hücrenin geri kalan kısmı ise tümörü içeriden öldürmek için bir kemoterapi ilacı salgılıyor. Kendi kendini monte edebilen tüketici ürünleri, şu andakinden milyarlarca kez daha hızlı bilgisayarlar, hastalıkları önleyen, yaşlanmayı yavaşlatan teknolojiler, kirlenmenin kendiliğinden temizlenmesini sağlayan malzemeler, seramik, plastik malzemelerde devrimlerle 12-15 yıl sonra  yapılan tahminlere göre nanoteknoloji malzemelerin pazar büyüklüğü 340 milyar doları aşacak. Elektronikteki nanoteknolojik ürünler ise 300 milyar doları bulacak. Nanoteknoloji pazarının 2010-2015 arasında 1 trilyon dolarlık bir ciroya ulaşacağı bekleniyor [ 1] Dünyanın güç merkezi ülkeler bu konunun araştırma geliştirme çalışmaları için ciddi bütçeler ayırıyorlar. ABD, yakın gelecekteki ordusunda en önemli askeri gücünün acıkmayan, zam istemeyen, şaşmaz bir kararlılık ve sonsuz itaatle çalışan nano-robotlar olmasını planlıyor. Nanoteknolojinin çağın teknolojisi olduğundan kimse şüphe etmiyor. Uzmanlar bu konudaki gelişmenin bilgisayarın getirdiği devrimden daha da büyük olacağını ileri sürüyor. Türkiye farkında olmasa da bu yeni yöntem, şu anda yüksek teknolojisiyle tanınan ülkeleri yeni bir ‘sanayi devrimi’ içine soktu. Yarının dünyasında iddia sahibi ülkeler geleceğini şekillendirecek bu teknolojileri geliştirip ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürme ve güç kazanma peşindeler.  ABD eski başkanı Bill Clinton ‘Önümüzdeki yıllarda gelişmiş ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki en önemli farkı nanoteknoloji belirleyecek’ demişti.  Bilimin kalkınmadaki rolünü bilen ülkeler gibi   Çin de Nanoteknoloji alanına büyük bir yatırıma başladı bile.   Gelecek  9-10 yıl içinde  1 milyon  nanoteknoloji uzmanı yetiştirmeyi planlıyor [2]. Geleceği şekillendireceğinden hiç şüphe duyulmayan  nanoteknoloji böyle sessizce ilerlerken Türkiye  yapması gerekeni acaba  yapıyor mu?    Türkiye’de Bilimin Dramı Bugün TÜBİTAK bünyesinde çalışan başbakanlığa bağlı bir Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK)  var ve çok güzel de kararlar alıyor.  Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun kuruluşuna ilişkin kararnamede amaç olarak  şunlar yazılı:  Bilim ve teknoloji alanındaki araştırma ve geliştirme politikalarının ekonomik kalkınma, sosyal gelişme ve milli güvenlik hedefleri doğrultusunda tespit edilmesi, yönlendirilmesi ve koordinasyonunun sağlanması amacıyla Başbakan'a bağlı "Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu" kurulmuştur.   Fakat baktığımız zaman,  gerek ilk toplandığı 1983 yılında ve gerekse 1997 senesinden beri Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu’nun aldığı kararların neredeyse yüzde 90’nının hayata geçmediğini görüyoruz. Kurul  7 Mart 2007 de başbakanın başkanlığında yine toplandı ve yine   güzel kararlar aldı [3].    Nanoteknoloji, öncelikli  araştırma hedefleri arasında yerini almakta ancak  bu ve diğer  hedeflerin uygulanmasında hükümeti, bilim çevrelerini, sanayiciyi bağlayan  tedbirler alınmadığından bu kararlar kağıt üzerinde kalmaya devam ediyor.       Kanaatimce BTYK’nin yapılanmasında ve işleyişinde bir yanlışlık olmalı... Üniversitelerde akademisyenlerin bireysel yayın çıkarmaya yönelik  küçük proje yapmaya dayalı cılız yapıdan neden kurtulamıyor?  Neden öğretim elemanları Türkiye ekonomisinin verimliliğinin ve rekabet edebilirliğinin artırılmasında aktif rol alan faal oyuncular haline getirilemiyor?  Çünkü  BTYK,  ülke  önceliklerini  belirlerken ve bu konuda   yol haritasını oluştururken; sanayi, devlet kurumları ve yüksek öğretim kurumlarının ileri gelenleri  ile oturup beraberce   karar vermiyor. Bu kurum ülke ekonomi hayatının  kritik ihtiyaçlarını belirleme konusunda  ve üniversitelerin tek başlarına veya başka ilgili kurumlarla işbirliği halinde bu ihtiyaçları nasıl karşılayabileceği konusunda üniversitelere bir sorumluluk vermiyor   Misyon, bilim ve araştırma hedefleri şimdi olduğu gibi yukarıdan empoze şeklinde değil;   aşağıdan yukarı doğru süzüle süzüle gelmelidir.   Bunun için; ilk yapılması gereken ülkemiz için  kritik olan araştırma öncelikleri belirlenmesidir.. İkinci olarak da ilan edilmesidir. Bu vatandaşa verilen mesajdır. Dünya nerede biz neredeyiz?  TÜBİTAK’a  ve üniversitelere misyon havası ancak bu şekilde gelir.   Büyük problemlerin çözümü, ilgili tarafları içine almayı ve  büyük takımların kurulmasını gerektirir.  BTYK, sadece üniversiteleri değil,  görevlerini yaparken, TOSİAD, TOB,  DPT gibi kalkınma ve gelişme  ile ilgili kurumları da içine almalıdır. Tabi çarpıklık sadece BTYK’nin çalışması ve yapılanması ile sınırlı kalmıyor. YÖK sistemi ve mevcut üniversiteler kanunu  da araştırmacı ve akademisyenlere adeta   halktan ve  sanayiden kopun mesajı veriyor. Halka  hizmeti adeta yasaklıyor.  Örneğin, öğretim elamanı olarak  firmalara danışmanlık yaptığınız zaman başınız belaya girebilir. Üniversiteler böylesine halktan kopuk olunca  üniversitelerde çok değerli buluşlar yapılsa da bu buluş ve gelişmeler bir işe yaramamakta ve üretime dönüşememektedir. Nanoteknoloji gibi ileri teknolojileri  ıskalayışımızın belki de en önemli nedeni ülkemizde hala bilimi rehber ve iktidar konuma çıkaramayışımız.. Kısacası politikasızlık!  Ülkeyi yönetmeye talip olan seçime giren partilerin   programını  incelediğinizde  "bilim politikası" veya "milli  teknoloji politikasını" es geçtiklerini bu konuda  fikirlerinin olmadıklarını göreceksiniz.  Başka ülkeler bilim ve araştırma ile ilgili hedeflerin hayata geçirilmesi ve takibi için birkaç bakanlığı görevlendirirken biz hala bir “bilim ve araştırma bakanlığı” kurmuş değiliz. Gelişmiş ülkeler  dünya konjüktüründe hangi bilimlerin öncelik ve önem arzettiğini çok iyi biliyorlar. İlim adamlarını bilim politikası   yönünde  kanalize ve istihdam etmektedirler. Bu strateji, o ülkenin bilim politikası olarak kendini gösterir. Bilim politikasının özünde bizim ne yaptığımız mühim değildir düşüncesi vardır; yaptığımızın ne işe yaradığı mühimdir”  ve  “uygulamaya dönüşmeyen bilginin önemi yoktur. Elbetteki herkesin yaptığı teknolojileri değil, yeni   teknolojileri bildiğimiz takdirde kuvvetli hale gelebiliriz. Bilgi kuvvettir. Ancak bu diğer ülkelerin  sahip olamadığı bilgi ve teknolojilere sahip olunduğu takdirde  güçlü hale gelebiliriz. Aksi halde herkesin bildiği teknolojilere sahip olmakla nasıl kuvvetli hale gelinebilir mi?  Neler araştırılacak, ne için araştırılacak? İşte bu yüzden her ülkenin bir bilim ve araştırma politikası vardır. Bu politika bilim ve teknoloji, araştırma politikası, eğitim politikası, iktisadi politika ve dış politika, bütün bunlar iç içe birbirine bağlıdır. Bu politikalardan biri olmazsa  diğerinin de oluşmasından söz etmek mümkün olmamaktadır.   Evet “ne yöne gideceğine karar vermemiş bir kaptan için hiçbir rüzgar elverişli değildir”.   [1] http://www.gap-dogu-kalkinma.com/sanayi/40_il_tek.htm [2]  ] (http://www.stvhaber.net/tr/a.722.html.)  [3] http://www.tubitak.gov.tr/haberler/btyk11/BTYK_11_karar_050325_1400.pdf], http://www.tubitak.gov.tr/home.do;jsessionid=BBFF57EB84868612C251EB402BFCAF06?sid=0&pid=0&cid=1873.   (Haber7)
Nanoteknolojik sistemlerin iki özelliği hayret uyandırıyor: Mikro montaj ve kendi kendine çoğalma. Bu şekilde moleküler boyutlarda ve hassasiyette robotlar üretilmesi söz konusu
Eller Nano'ya biz hâlâ bilimde yaya

Gaziosmanpaşa Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Osman Çakmak  

 

Eğer atomu ufak bir zeytin kadar farz edersek, kompleks bir molekül, elma kadar bir şey olur. Bunu biraz daha açarsak, atomlar bakterilerin 1/10.000  (onbinde bir) büyüklüğündedir. Bakteriler ise bir sivrisineğin onbinde biri kadardır.

 

Bir metrenin milyarda biri gibi küçük bir ölçekte yani atom mesafesinde   cihazlar üretiyor, sistemler kuruyorsunuz.  O zaman  malzeme artık iç yapısından kurtuluyor;  tamamen bir yüzey haline geliyor..  İşte nanoteknoloji malzemelerinin gariplikleri kuantum dünyasında atomların  “akıllı”ve  tahminlerin ötesinde özellikler sergilemesine dayanıyor. 

 

Nanoteknolojinin en büyük özelliği, atom düzeyinde malzemenin bir anda değişiklikler göstermesidir  Nanoteknoloji ile süper maddeler yapabilirsiniz.  Örneğin dünyadaki tüm filmleri  bir CD ye sığdırabilirsiniz. Bir küp kadar ama Dünyadaki tüm bilgisayarların toplam gücüne eşit bilgisayarlar yapabilirsiniz. Çelikten daha hafif ama ondan yüzler kat daha dayanıklı ve hafif malzeme üretilebilirsiniz. Ya da insan vücudunda istenen yere gidebilen mikroskobik boyutta robotlar tasarlayabilirsiniz. Nano boyutlu ilaçlar, son derece daha aktif iyileştirme sağlıyor. Vücudu kesmeden, biçmeden istediğiniz noktaya girebiliyorsunuz. Derideki, mikron mertebesindeki   gözeneklerden rahatça cihazınızı damarını içine sokup, gerekli operasyonları  yapabilirsiniz.

 

Nanoteknolojide  atomlardan sistemler yapıyorsunuz. Nanoteknoloji   atomlarla bir tür oynama sanatı..  Nanoteknolojik malzemelerin diğer bir özelliği de kendi kendini monte edebilmesi,   çoğalabilmesidir.  Montajcı adı verilen, programlanabilir molekül makinaları kullanılarak, başka molekülden  makinalar yapılır. Montajcılar, tıpkı minik sanayi robotları gibi çalışıyor/çalışacak. Bunlar moleküler aletleri/takımları yardımıyla, kimyasal tepkimeleri yönlendirerek, adeta atom üzerine atom koyarak, karmaşık yapıları inşa edeceklerdir.

Evet tüm bunlar hayal değil. Zaten yüce Yaratıcı tabiatta bunların örneklerini sürekli gözümüzün önünde sergileyip duruyor. Yüzyılların birikimi ve tecrübesi ile insanoğlunun eli atom dünyasının ölçüleri olan nanometre yani   metrenin milyarda birisi mesafeye ulaştı. Atomları tuğla gibi kullanarak sistemler kurma becerisine  erişti.  Bu teknoloji   -biyoteknoloji gibi- "doğaya patent verilmesi" olayı bir bakıma.   Nilüfer çiceği hep bataklıkta olduğu halde bembeyaz. Dokusu yağmur damlalarına takla attırmak suretiyle kirden kurtuluyor. Bilim adamları ‘nanoteknoloji’yle nilüfer çiceğinin bu mekanizmasını taklit etmeyi başarıyor. Işıkla kendini temizleyen ‘akıllı boya” nilüfer çiçeğinden ilham alındı.

Günümüzde kullanılan üretim teknikleri, moleküler anlamda kaba tekniklerdir. Döküm, taşlama, tornalama vs. atomların büyük kitleler halindeki hareketlerine dayanır. Yapı taşları olan atomlar tek tek alınıp istenildiği gibi, üstelik de ucuza mal olacak şekilde birleştirilebilir.  Bu gelişme özellikle bilgisayar sektöründe önümüzdeki  yıllarda kullanıldığında tümüyle daha temiz, daha dayanıklı, daha hafif ve daha hassas ürünlerin üretilmesi mümkün  olacaktır. Nano makinaler aslında günlük hayatta kullanılan aletlerin ve sistemlerin çok küçük birer kopyaları olacaktır.  Nanoteknolojik sistemlerin iki özelliği hayret uyandırıyor:  Mikro montaj ve kendi kendine çoğalma.  Bu şekilde moleküler boyutlarda ve hassasiyette robotlar üretilmesi söz konusu olabilecek.

 

Nanoteknolojiyle diğer sahalarda olduğu gibi tıp alanında da oldukça çarpıcı bir gelecek bekleniyor: Uzmanlara göre 20 sene içinde nanoteknoloji ile sağlık hizmetleri çağ atlayabilecek. Uzmanların görüşüne göre, gelecekte mikroskobik robotlar vücudun dolaşım sistemine girerek hücre seviyesinde onarım yapıp hastalıkları iyileştirebilecek. Nano algılayıcılar insan vücudundaki hastalıkları çok önceden belirleyerek erken tedavi imkanı tanıyacaktır. Dahası ameliyat esnasında vücudun sadece hastalıklı bölgesine inen mikroskobik cihazlar; yiyecekleri saran ve bakteriyel bozulma olduğunda rengi değişen alüminyum folyo gibi ürünler elde edilebilecektir. Bu teknolojiyle üretilen minik aygıtlar adeta minik birer denizaltı gibi damarlarımızda dolaşabilecek, yönlendirdiğimiz hücreye alıcıları vasıtasıyla yapışabilecek ve mikro makaslarıyla adeta bir cerrah gibi hücredeki aksaklıkları giderebilecek, hatta DNA üzerinde değişiklikler yapılabilecek. Sonuç olarak nantoteknolojide sınır görünmüyor.

 

İlaç olarak tasarlanan birer küçük makine özelliğindeki nanoteknolojik sistemler hedeflerine ulaşana dek hiçbir şey yapmamaya programlanıyorlar. Bu da onları ilaçlardan farklı ve üstün hale getiriyor. Çünkü vücuda ilaç verildiğinde, tüm vücut bu ilacın molekülleriyle doluyor ve kimi zaman da ilacın getirdiği zararlı yan etkilerle boğuşmak zorunda kalınıyor. Massachusetts Institute of Technology’den bilim adamları, kana enjekte edildikten sonra kimyasal olarak bir tümörü bulup yok edebilen makineler geliştirmiş bulunuyorlar. Minik makineler şimdilik sadece fareler üzerinde denenmekte… Makine vücudun içine girdikten sonra dış kabuğunu atıyor ve tümörün kanla beslenme yolunu kesen bir kimyasal salgılıyor. Hücrenin geri kalan kısmı ise tümörü içeriden öldürmek için bir kemoterapi ilacı salgılıyor.

Kendi kendini monte edebilen tüketici ürünleri, şu andakinden milyarlarca kez daha hızlı bilgisayarlar, hastalıkları önleyen, yaşlanmayı yavaşlatan teknolojiler, kirlenmenin kendiliğinden temizlenmesini sağlayan malzemeler, seramik, plastik malzemelerde devrimlerle 12-15 yıl sonra  yapılan tahminlere göre nanoteknoloji malzemelerin pazar büyüklüğü 340 milyar doları aşacak. Elektronikteki nanoteknolojik ürünler ise 300 milyar doları bulacak. Nanoteknoloji pazarının 2010-2015 arasında 1 trilyon dolarlık bir ciroya ulaşacağı bekleniyor [ 1]

Dünyanın güç merkezi ülkeler bu konunun araştırma geliştirme çalışmaları için ciddi bütçeler ayırıyorlar. ABD, yakın gelecekteki ordusunda en önemli askeri gücünün acıkmayan, zam istemeyen, şaşmaz bir kararlılık ve sonsuz itaatle çalışan nano-robotlar olmasını planlıyor. Nanoteknolojinin çağın teknolojisi olduğundan kimse şüphe etmiyor. Uzmanlar bu konudaki gelişmenin bilgisayarın getirdiği devrimden daha da büyük olacağını ileri sürüyor. Türkiye farkında olmasa da bu yeni yöntem, şu anda yüksek teknolojisiyle tanınan ülkeleri yeni bir ‘sanayi devrimi’ içine soktu.

Yarının dünyasında iddia sahibi ülkeler geleceğini şekillendirecek bu teknolojileri geliştirip ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürme ve güç kazanma peşindeler.  ABD eski başkanı Bill Clinton ‘Önümüzdeki yıllarda gelişmiş ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki en önemli farkı nanoteknoloji belirleyecek’ demişti.  Bilimin kalkınmadaki rolünü bilen ülkeler gibi   Çin de Nanoteknoloji alanına büyük bir yatırıma başladı bile.   Gelecek  9-10 yıl içinde  1 milyon  nanoteknoloji uzmanı yetiştirmeyi planlıyor [2]. Geleceği şekillendireceğinden hiç şüphe duyulmayan  nanoteknoloji böyle sessizce ilerlerken Türkiye  yapması gerekeni acaba  yapıyor mu?   

Türkiye’de Bilimin Dramı

Bugün TÜBİTAK bünyesinde çalışan başbakanlığa bağlı bir Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK)  var ve çok güzel de kararlar alıyor.  Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun kuruluşuna ilişkin kararnamede amaç olarak  şunlar yazılı:  Bilim ve teknoloji alanındaki araştırma ve geliştirme politikalarının ekonomik kalkınma, sosyal gelişme ve milli güvenlik hedefleri doğrultusunda tespit edilmesi, yönlendirilmesi ve koordinasyonunun sağlanması amacıyla Başbakan'a bağlı "Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu" kurulmuştur.

 

Fakat baktığımız zaman,  gerek ilk toplandığı 1983 yılında ve gerekse 1997 senesinden beri Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu’nun aldığı kararların neredeyse yüzde 90’nının hayata geçmediğini görüyoruz. Kurul  7 Mart 2007 de başbakanın başkanlığında yine toplandı ve yine   güzel kararlar aldı [3]. 

 

Nanoteknoloji, öncelikli  araştırma hedefleri arasında yerini almakta ancak  bu ve diğer  hedeflerin uygulanmasında hükümeti, bilim çevrelerini, sanayiciyi bağlayan  tedbirler alınmadığından bu kararlar kağıt üzerinde kalmaya devam ediyor.    

 

Kanaatimce BTYK’nin yapılanmasında ve işleyişinde bir yanlışlık olmalı... Üniversitelerde akademisyenlerin bireysel yayın çıkarmaya yönelik  küçük proje yapmaya dayalı cılız yapıdan neden kurtulamıyor?  Neden öğretim elemanları Türkiye ekonomisinin verimliliğinin ve rekabet edebilirliğinin artırılmasında aktif rol alan faal oyuncular haline getirilemiyor?  Çünkü  BTYK,  ülke  önceliklerini  belirlerken ve bu konuda   yol haritasını oluştururken; sanayi, devlet kurumları ve yüksek öğretim kurumlarının ileri gelenleri  ile oturup beraberce   karar vermiyor. Bu kurum ülke ekonomi hayatının  kritik ihtiyaçlarını belirleme konusunda  ve üniversitelerin tek başlarına veya başka ilgili kurumlarla işbirliği halinde bu ihtiyaçları nasıl karşılayabileceği konusunda üniversitelere bir sorumluluk vermiyor

 

Misyon, bilim ve araştırma hedefleri şimdi olduğu gibi yukarıdan empoze şeklinde değil;   aşağıdan yukarı doğru süzüle süzüle gelmelidir.   Bunun için; ilk yapılması gereken ülkemiz için  kritik olan araştırma öncelikleri belirlenmesidir.. İkinci olarak da ilan edilmesidir. Bu vatandaşa verilen mesajdır. Dünya nerede biz neredeyiz?  TÜBİTAK’a  ve üniversitelere misyon havası ancak bu şekilde gelir.   Büyük problemlerin çözümü, ilgili tarafları içine almayı ve  büyük takımların kurulmasını gerektirir.  BTYK, sadece üniversiteleri değil,  görevlerini yaparken, TOSİAD, TOB,  DPT gibi kalkınma ve gelişme  ile ilgili kurumları da içine almalıdır.

Tabi çarpıklık sadece BTYK’nin çalışması ve yapılanması ile sınırlı kalmıyor. YÖK sistemi ve mevcut üniversiteler kanunu  da araştırmacı ve akademisyenlere adeta   halktan ve  sanayiden kopun mesajı veriyor. Halka  hizmeti adeta yasaklıyor.  Örneğin, öğretim elamanı olarak  firmalara danışmanlık yaptığınız zaman başınız belaya girebilir. Üniversiteler böylesine halktan kopuk olunca  üniversitelerde çok değerli buluşlar yapılsa da bu buluş ve gelişmeler bir işe yaramamakta ve üretime dönüşememektedir.

Nanoteknoloji gibi ileri teknolojileri  ıskalayışımızın belki de en önemli nedeni ülkemizde hala bilimi rehber ve iktidar konuma çıkaramayışımız.. Kısacası politikasızlık!  Ülkeyi yönetmeye talip olan seçime giren partilerin   programını  incelediğinizde  "bilim politikası" veya "milli  teknoloji politikasını" es geçtiklerini bu konuda  fikirlerinin olmadıklarını göreceksiniz.  Başka ülkeler bilim ve araştırma ile ilgili hedeflerin hayata geçirilmesi ve takibi için birkaç bakanlığı görevlendirirken biz hala bir “bilim ve araştırma bakanlığı” kurmuş değiliz.

Gelişmiş ülkeler  dünya konjüktüründe hangi bilimlerin öncelik ve önem arzettiğini çok iyi biliyorlar. İlim adamlarını bilim politikası   yönünde  kanalize ve istihdam etmektedirler. Bu strateji, o ülkenin bilim politikası olarak kendini gösterir. Bilim politikasının özünde bizim ne yaptığımız mühim değildir düşüncesi vardır; yaptığımızın ne işe yaradığı mühimdir”  ve  “uygulamaya dönüşmeyen bilginin önemi yoktur.

Elbetteki herkesin yaptığı teknolojileri değil, yeni   teknolojileri bildiğimiz takdirde kuvvetli hale gelebiliriz. Bilgi kuvvettir. Ancak bu diğer ülkelerin  sahip olamadığı bilgi ve teknolojilere sahip olunduğu takdirde  güçlü hale gelebiliriz. Aksi halde herkesin bildiği teknolojilere sahip olmakla nasıl kuvvetli hale gelinebilir mi? 

Neler araştırılacak, ne için araştırılacak? İşte bu yüzden her ülkenin bir bilim ve araştırma politikası vardır. Bu politika bilim ve teknoloji, araştırma politikası, eğitim politikası, iktisadi politika ve dış politika, bütün bunlar iç içe birbirine bağlıdır. Bu politikalardan biri olmazsa  diğerinin de oluşmasından söz etmek mümkün olmamaktadır.   Evet “ne yöne gideceğine karar vermemiş bir kaptan için hiçbir rüzgar elverişli değildir”.

 

[1] http://www.gap-dogu-kalkinma.com/sanayi/40_il_tek.htm

[2]  ] (http://www.stvhaber.net/tr/a.722.html.)

 [3] http://www.tubitak.gov.tr/haberler/btyk11/BTYK_11_karar_050325_1400.pdf], http://www.tubitak.gov.tr/home.do;jsessionid=BBFF57EB84868612C251EB402BFCAF06?sid=0&pid=0&cid=1873.  

(Haber7)

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kizilcahamamhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
antalya escort sakarya escort mersin escort gaziantep escort diyarbakır escort manisa escort bursa escort kayseri escort tekirdağ escort ankara escort adana escort adıyaman escort afyon escort> ağrı escort aydın escort balıkesir escort çanakkale escort çorum escort denizli escort elazığ escort erzurum escort eskişehir escort hatay escort istanbul escort izmir escort kocaeli escort konya escort kütahya escort malatya escort mardin escort muğla escort ordu escort samsun escort sivas escort tokat escort trabzon escort urfa escort van escort zonguldak escort batman escort şırnak escort osmaniye escort giresun escort ısparta escort aksaray escort yozgat escort edirne escort düzce escort kastamonu escort uşak escort niğde escort rize escort amasya escort bolu escort alanya escort buca escort bornova escort izmit escort gebze escort fethiye escort bodrum escort manavgat escort alsancak escort kızılay escort eryaman escort sincan escort çorlu escort
rulet sitelericasino sitelerikaçak iddaacanlı casino